Sanırım 1860 yılıydı...Yani en azından yanlış hatırlamıyorsam...Lev Nikolayeviç Tolstoy ile Rusya'da Polyana'da bir çiftlik evinde - ki bu ev Nikolay Levin'in çiftlik evinden daha küçük bir evdi- oturuyor, kırklı yaşlarda olan ve elleri toprakla bütünleştiğinden nasırlar ve kırışıklarla dolu hizmetçinin yaptığı balinka adında bir içki içiyorduk. Din, toplum,ahlak gibi benim dinlerken sıkıldığım ve kapanması için Tolstoy'un sorduğu sorulara kısa ve anlamsız cevaplar verdiğim konulardan konuşuyorduk. Balinka beni hızla etkisi altına almış - ki ben çok içki içmeme rağmen kolayca çarpılan biriyimdir- ufak çaplı bir baş dönmesiyle yüz çevremde hafif kızarmalara ve içten içe yanmalara neden olmuştu. Anna Karenina dedi bir anda çok sevdiğim ama bazen sıkıldığım dostum Tolstoy. Güzel bir kadın, zengin, soylu, iyi dans eden ve soyluların eğlendiği vals gecelerinde herkesin dans etmek için sıraya gireceği türden bir kadın. Evli dedi. Çocukları var.Kocası şehrin ileri gelenlerinden diye tabir ettiğimiz türden. Anna'nın ihtiras sahibi olmayı seçtiği zaman erkek kardeşini ziyaret ettiği zamana denk düşer dedi. Orada, Petersburg'da tanıştığı bir adam onu vazgeçemediği engel olamadığı bir tutkuya sürükler- ki bu adam genç bir subaydır- .........Anlattı o gece hikayeyi uzun uzadıya. Hatta o kadar uzun anlattı ki hizmetçiler dahi dayanamayıp yatmak için izin istemişlerdi ondan. Ben balinkanın kollarında sevgilimi düşünmekle meşguldum. O yüzden sevgili okur, çok da fazla detay hatırlayamıyorum. Çünkü ben sevgilimi düşünürken onun zaman zaman yanımda oturduğunu hayal eder, kendimi onun saçlarını okşarken bulurum. Ama Anna'nın kocasını aldattığı ve genç subayın kollarında dans ederken hislerini Tolstoy'dan dinlediğimde derin derin dalmışım. Biraz daha hassaslaştığım bir anda Ümit Besen dedim. Yani boş bulunduğumdan mı yoksa yoğunlaştığım için mi bilmiyorum. Ümit Besen dedim. O zamanlar yepyeni bir müzik tarzıydı bizler için. Tolstoy'un pek hoşlanmadığı bir müzik tarzıydı. Yani o nedense piyanonun bu tarz bir müzikte kullanılmasına alışamamıştı. Okul Yolu dedim sonra, biliyor musun diye sordum Tolstoy'a. Hayır dedi. Duymadım daha önce. Biraz mırıldandım. Sözlerini beğenmiş olacak ki not aldığını gördüm. Ümit Besen'in şarkıyı kurgularkenki ustalığını sevmiş, çocuksu, naif bir aşkı yumuşak bir dille anlattığı aşkının sonunda aldatılmış bir adam olmasına karşı gösterdiği olgun -hani ben çekerim cefamı, kendi kenidime ağlar dururum şeklinde bir olgunluktur bu- tavrına hayran kalmış ve onu magnifique olarak tanımlamıştı. Önüne geçemediği, sevdiği ama bir zaman sonra aldatılmışlığa engel olamadığı bir ilişki sonrasında yazdığı bu eser önünde bir saygı duruşu gösteren Tolstoy defalarca dinleyip derin derin iç çekmişti. Balinkasından son bir yudum aldı, izin istedi yanımdan ayrılmak için ve masadan kalktı....Sanki kendi eserinin -Anna Karenina- bu dev adamın kısacık sözleri karşısında değersizleştiğini düşünmüştü. Tolstoy'u son görüşüm işte o gündü benim.....
Son mektubunu Kasım 1910 yılında aldığımda, bana o şarkıyı kendisiyle tanıştırdığım için ne kadar minnettar olduğunu yazmış, hakkımı helal etmemi söylemişti. Gözlerimi dolmasına hakim olamamıştım. Usulca ağlarken kendi kendime Ümit Besen'in televizyondan gelen anlamlı dizeleriyle teselli oluyordum : Hayatın draması varsa.............
Saygıyla....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder